Türkiye II.Dünya Savaşında tarafsız kalmıştır. Bu altı kelime bu kadar kolay söylenirken, icrası nasıl olmuştur. Türkiye harbe girseydi ne olurdu? İşte bu sorulara cevap arıyoruz.Türkiye daha Kuruluş sorunlarınla baş etmeye çalışırken, 1930’larda İtalya faşist ve emperyalist bir politika izlemeye başlamıştı. Almanya’da 1933 yılında Hitler başkanlığında iktidara gelen Nasyonal-Sosyalist Nazi iktidarı Versay Anlaşmasını yok sayan saldırgan
Türkiye II.Dünya Savaşında tarafsız kalmıştır. Bu altı kelime bu kadar kolay söylenirken, icrası nasıl olmuştur. Türkiye harbe girseydi ne olurdu? İşte bu sorulara cevap arıyoruz.
Türkiye daha Kuruluş sorunlarınla baş etmeye çalışırken, 1930’larda İtalya faşist ve emperyalist bir politika izlemeye başlamıştı. Almanya’da 1933 yılında Hitler başkanlığında iktidara gelen Nasyonal-Sosyalist Nazi iktidarı Versay Anlaşmasını yok sayan saldırgan amaçlar güdüyordu. İtalya Almanya’dan aldığı destekle 3 Ekim 1935’te Habeşistan’ı işgale başlamış, Milletler Cemiyeti’nin aldığı önlemler başarılı olmamıştır. İtalya’nın bu saldırgan tutumu ve 1936 yılında Ege Denizi’ndeki 12 adayı silahlandırmak istemesi Türkiye’yi kaygılandırmıştır.
Bu ülkelerin yanısıra Japonya’nın Milletler Cemiyetinden ayrılmasıyla II.Dünya Savaşının ayak sesleri duyulmaya başlanmıştı.
Bu ortamdan istifade eden Türkiye yapmış olduğu girişimlerle, İtalyan saldırganlığı karşısında Boğazların güvenliğini gerekçe göstererek, uyguladığı müthiş bir politika ile 20 Temmuz 1936 tarihinde Montrö anlaşmasını taraflara imzalatmış ve Boğazlar ve civarındaki kara parçası üzerindeki tüm egemenlik haklarını almıştır.
Türkiye’nin 1936 yılında, Montrö ile başlattığı batı ile yakınlaşma politikası aynı oranda Sovyetler ile olan ilişkilerine bir soğuma olarak yansımıştır. Atatürk’ün temel dış politikasında komşularla iyi geçinme ve özellikle Balkanlar ve Orta Doğu’da Balkan ve Sadabat Paktı gibi bölgesel ittifaklarla barışı ve sınırları koruma şeklindeydi.
Türkiye’nin batılı devletlerle yakınlaşmasının nedenleri, İtalya’nın Akdeniz’deki saldırgan politikasına ve Balkanlar’daki emellerine karşı caydırıcı bir güç oluşturamamasıydı. Bu nedenle Türkiye doğal olarak İngiltere ve Fransa’nın yanına yaklaşmıştır. Ancak, 1939’da Molotov’un Dışişleri Bakanı olması ile başlayan Sovyetler Birliği-Almanya yakınlaşmaları Berlin-Moskova Paktının imzalanmasıyla tüm dünya bir şaşkınlık ve tedirginliğe düşmüş, Türkiye ise kelimenin tam anlamıyla ortada kalmıştır.
İnönü bir yol ayrımındadır. Türkiye, Sovyetler Birliği olmaksızın batı müttefiklerin yanında yer alacak veya Almanya’ya yaklaşacaktı. İnönü’nün acilen bir karara varması gerekiyordu.
Almanların Mart ayında Çekoslovakya‘yı ve İtalya’nın Nisan ayında Arnavutluk’u işgali Türkiye’nin bu yöndeki girişimlerini hızlandırdı. Önce Mayıs ayında İngiltere’yle Haziran ayında Hatay sorununun çözüme kavuşması üzerine Fransa ile ortak bildirge yayınlamıştır. İnönü Sovyetler birliği ile olan ilişkilere çok önem veriyordu. Sovyetler Birliği ile anlaşmak Türkiye için zorunluydu. Savaş başladıktan (3 Eylül 1939) hemen sonrasında Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu Sovyetler birliği ile Almanya ve İtalya’yı hedef alan bir askeri ittifak imzalamak amacıyla 25 Eylül‘de Moskova’ya gitti. Ancak, Almanya ile anlaşan Sovyetler Birliği Polonya’nın doğusunu çoktan işgal etmiş ve Baltık devletlerinden Estonya, Litvanya ve Letonya‘yı topraklarına katmıştı. Görüşmeler uzun sürmekle beraber sonuçsuz kalmıştır. İnönü’nün orta yol politikasının mümkün olamayacağı artık ortaya çıkmıştı. Türkiye, bu gelişmeler üzerine Ekim 1939’da Türk-İngiliz-Fransız İttifakına imza atmıştır. Anlaşmaya göre Türkiye’nin bir Avrupa devletinden saldırıya uğraması durumunda İngiltere ve Fransa Türkiye’ye yardım edecek; eğer İngiltere ve Fransa bir Avrupa devleti tarafından Akdeniz’de bir savaşa yol açan saldırıya uğrarlarsa bu kez Türkiye İttifak devletlerine yardımcı olacaktı.
Bu anlaşmada, Türkiye’nin koydurduğu can alıcı madde ise “Türkiye’nin hiçbir biçimde Sovyetler Birliği ile bir çatışmaya sürüklemeyeceğine” ilişkin Sovyet Çekincesiydi.
Almanlar, kısa sürede Danimarka, Norveç, Hollanda, Belçika ve Lüksemburg’u işgal ettikten sonra Fransa’ya girdi Alman ordusu Paris önlerine geldiğinde, İtalyanlar müttefiklere karşı savaş ilan etti. İtalya’nın savaşa girişi ittifak anlaşmasına göre Türkiye’nin müttefiklere askeri yardım etmesini ve savaşa girmesini gerektirmekteydi, çünkü savaş Akdeniz’e sıçramıştı. Müttefikler hemen yükümlülüklerini yerine getirmesini Türkiye’den resmen talep ettiler. Ancak, İnönü, Akdeniz’de İngilizlere yardım etmesinin Türkiye’yi doğal olarak harbe sokacağını ve dolayısıyla Sovyetlerin hedefi haline getireceğini ifade ederek, antlaşmadaki Sovyet Çekincesini gerekçe göstererek, savaştan uzak durdu. İnönü’nün temel politikası her ne pahasına olursa olsun savaştan uzak kalmaktı. Türkiye bir saldırıya uğramadığı sürece savaşa katılmayacaktı.
Almanya’nın 1941 yılından tüm Balkanları işgal etmesiyle savaş kapımıza dayanmıştı. Bunun üzerine yapılan İnönü-Hitler mektuplaşması sonucunda 18 Haziran 1941 günü Ankara’da karşılıklı Saldırmazlık Anlaşması imzalanmıştır. Almanya bu sayede, Türk tehdidi olmadan Rusya içlerine ilerleyebilecek, Türkiye ise rahat bir nefes alacaktı. Bu karmaşık anlaşmalar zinciri içinde hangi anlaşmanın daha önce geleceği veya gelmesi gerekli sorunu ise hukuksal değil tam anlamıyla siyasal bir sorundu.
Almanya 22 Haziran‘da Barbarossa harekâtıyla, müttefiki Sovyetler Birliği’ne saldırınca savaşın şekli tamamen değişmiştir. Almanya ile tek başına savaşmak zorunda kalan İngiltere nihayet Almanya’ya karşı bir ortak bulabilmişti. Ancak bu harekât Türkiye’nin üzerindeki İngiliz-Sovyet baskısı artırmaya neden olmuştur. Çünkü artık İnönü’nün kullanabileceği Sovyet Çekincesi ortadan kalkmıştır. 1941 yılı sonunda Amerika Birleşik Devletleri‘nin (ABD) savaşa girmesiyle Avrupa’da yeni bir cephe açılması kararlaştırıldı. Sovyetler bu cephenin Balkanlardan açılmasını istiyordu. Çünkü Balkanlardan açılacak bu cephe Almanları ikiye bölecek, böylelikle Rusların Avrupa içlerine ilerlemesini kolaylaştıracaktı.
İnönü, tüm bunlara direndi, Adana, Tahran, Kahire görüşmelerinde Müttefiklerin yapması gereken silah yardımları dile getirdi, askeri yardım olmadan Ordu böyle bir savaşa giremezdi. İnönü, savaştan çok savaş sonrası Avrupa düzenini düşünüyordu. Orduyu savaş sonrası, Sovyetler başta olmak üzere bazı ülkelerin Türkiye’den toprak veya egemenlik talepleri ve olabilecek bölgesel çatışmalar için diri tutmak istiyordu. Bu kapsamda demir, çelik, tahıl, kumaş, deri gibi o zamanın stratejik malzemelerinden iyi bir stok yapabilmek için, diğer tüm ülkelerin yaptığı gibi, tüketimi azaltacak karne uygulamasını başlattı.
İnönü, baskı yapan Müttefiklere, askeri yardımların yapılmaması ile Sovyetler Birliği’nin savaş sonrasında Türkiye’ye karşı tutumunun ne olacağının siyasal olarak belirlenmemesi gerektiğini, bunlar açıklığa kavuşmadan savaşa girmeyeceğini açık olarak bildirmiştir.
ABD ve Sovyetler Birliği, zayıflayan Alman tehdidiyle başa çıkabileceklerini düşünerek Türkiye’nin harbe girmesi konusunda ısrarı bırakmışlardır. Artık, politikanın gündemini savaş sonrası pazarlıkları almıştı. Almanya’nın 09 Mayıs 1945’de kayıtsız şartsız teslim olmasıyla Avrupa’da savaş bitmiş. ABD’nin Nagazaki ve Hiroşima’ya attığı atom bombaları sonucunda Japonya’nın da teslim olmasıyla II. Dünya savaşı sona ermiştir. Bugün Başta İngilizler olmak üzere birçok ülke yakalarına, kırılgan güzelliği ve geçici doğası ile hayatın kısalığını ve hatırlamanın önemini sembolize eden, gelincik çiçeği takacaktır.
Sonuç olarak, Cumhurbaşkanı İnönü, “Türkiye II.Dünya Savaşında tarafsız kalmıştır” şeklinde altı kelimeyle özetlediğimiz 75 Milyon insanın öldüğü, galibin mağlubun belli olmadığı, tüm dünyanın yerle bir olduğu, bu süreci, altı yıl boyunca, bir orkestra şefi, bir satranç oyuncusu gibi yönetmiş, Türkiye’yi savaştan, yıkımdan, sefaletten kurtarmıştır.
Savaşın sona ermesi ile Sovyetler Birliği, Türkiye’den Boğazların ortak savunulmasını talep etmiş ve konu Potsdam Konferansında tartışılmış, ancak ileri tarihe ötelenmiştir. Daha sonra 12 Mart 1947’de ABD başkanı Truman yaptığı açıklamada Amerika’nın askeri siyasi ve ekonomik olarak Türkiye destekleyeceğini kesin olarak belirtmesiyle Türkiye, Sovyetlere karşı Batı İttifakının bir parçası olmuştur.
Bileşik Krallık Başbakanı Winston Churchill, savaş döneminde sık sık buluştuğu İnönü’ye, çok partili döneme geçiş sonunda yapılan 1950 seçimleriyle Cumhurbaşkanlığını kaybetmesi üzerine, gönderdiği telgraf şu şekildedir.
“General İnönü’ye,
Aziz Generalim, Her ne kadar benim Türk politika işlerine karışmaklığım doğru olmayabilirse de Türkiye’nin mukadderatına riyaset ettiğiniz uzun devrenin kapanmış olduğunu şahsen büyük bir teessür duyarak okumuş bulunuyorum. Bana öyle geliyor ki tarih, General olarak kazandığınız zaferlerden başka, Türk Cumhuriyeti’ni İkinci Cihan Harbi’nin vahim tehlikeleri içinden nasıl sıyırıp geçirdiğinizi ve aynı zamanda Mustafa Kemal tarafından sert mücadelelerle kurulmuş olan liberal ve müterakki hükümet sistemini nasıl muhafaza ettiğinizi hayranlıkla kaydedecektir.
Dostça ve zevkli olan mülakatımızı daima hatırlarım ve politika sahnesinden şimdiki çekilişinizde size en iyi dileklerimi yollarım. Winston S. Churchill”
Gazeteciler Cemiyeti Yayın Organı
Bu bağlantı sizi https://www.24saatgazetesi.com dışındaki bir siteye yönlendiriyor.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *